KURUMSAL
Köyümüzde Silo Ağa ya da Süleyman Çavuş olarak tanınan, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Gazisi olan dedem Süleyman Koçak, 1897-1968 yılları arasında yaşamıştır. Doğum tarihi Osmanlı kayıtlarında Hicri 1313 olarak geçmektedir. Babası Kadı oğullarından Ahmet Efendi, Annesi Cumalar kabilesinden Fatma Hanımdır.
Ailenin Ahmet ve Süleyman olmak üzere iki çocukları vardır. Süleyman ailenin ikinci çocuğudur. Süleyman Koçak’ın çocukluk ve gençlik yılları Yavuzlar köyü ve çevresinde geçmiştir. Okuma yazması olmamasına rağmen köyümüzde ve yakın çevrede hazır cevaplı, hizmetli, hürmetli, saygılı ve sevilen bir kişiliğe sahip Türkmen delikanlısı olarak tanınmıştır. O yıllar Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisindeki milletlerin, batılı devletler tarafından kışkırtılarak Osmanlıya baş kaldırdığı yıllardır. Aynı zamanda Osmanlı Devletinin kendi içinde de yönetim sıkıntısı ve yer yer ayaklanmalar da yaşanmaktadır.
Batılı devletlerin Osmanlı Devletini parçalamak için aralarında oluşturdukları İtilaf Devletleri bloğu, azınlık olan milletleri de yanlarına alarak, Osmanlı Devleti sınırlarında savaş hazırlıklarında bulunmuşlardır. Devlet bu sinsi oluşuma karşı harekete geçmiş ve Anadolu da seferberlik ilan ettirmiştir.
Yıl 1915 Süleyman Koçak 18 yaşına gelmiş ve askere çağırılmıştır. Süleyman Koçak’ın Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşındaki anılarına, M. Ali Cengiz ve Mehmet Gülseren’in kaleme aldığı MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ adlı eserde kendisi ile yapılan röportajda şöyle yer verilmiştir.
Yıl 1915 Kafkas cephesinin en buhranlı günlerinde şubesinden Erzincan’a sevk edilmiş, orada kısa bir eğitim gördükten sonra Kak köyündeki 102. piyade alayına katılarak Kafkas Cephesine sevk edilmiştir. Daha cepheye intikal etmeden 36. piyade alayının bozulup dağıldığını duymuşlar, bu alaydan kalan pek az askerle 102. alaydan aldıkları bir kısım askerleri birleştirip tekrar 36. alayı tamamlamışlardır. Süleyman Koçak artık bu alayın askeri olmuştur. On beş gün sonra Palandöken Cephesinde Hasan Kale’ye gelip mevzilenmişler. Askere yeni gelmesine rağmen zekâsı, atılganlığı ve becerikliliği sayesinde hemen çavuş olarak manganın başına geçirilmiş, bölük kumandanı Yüzbaşı Tahsin Beyin Bölüğünde cephedeki yerini almıştır.
Süleyman Çavuş bundan sonraki hatıralarını şöyle naklediyor: --- Harp, cephe, ateş lafları insana soğuk gelen ve ürküten şeylerdir. Çünkü bunların hepsi ölüm demektir. Fakat korkular kulağınızın dibinden ıslık çalarak geçen kurşun ve şarapnel parçaları patladığı zaman kulakları sağır eden top ve bombalar sağında ve solunda vurulan kanlar içinde bağırıp çırpınan insanlar, adamda korku, acıma hatta duygu bile bırakmıyor.
Velhasıl bu duygular içerisinde, sipere girerek başladık ateşe. Ama düşman görünmüyor, biz ise ateş ediyorduk. Şaşkınlığımdan anlamış olacak ki Yüzbaşı “Acele etme çavuş şimdi görürsün” demişti. Hakikaten biraz sonra Ruslar taarruza geçmişti. Üzerimize sel gibi geliyorlardı. Tam kurşun çalımımıza girmişlerdi. Biz durmadan ateş ediyorduk. Kurşunlarımız hiç boşa gitmiyordu ama kafirde kırılmakla bitmiyordu, bomba atarak seyrele seyrele siperlerimize kadar geldiler tam o anda : ---Süngü tak hücum…! Denildi. Öyle oldu ki düşman sanki kendiliğinden süngümüze takılıyordu. Yan yana çarpıştığımız Kayseri’nin Everek(develi) köyünden Abdullah onbaşı sağ dizini yere dayamış sol ayağı geride gelen düşmanı süngüye takıp ‘Ya Allah’ deyip boyundan aşırıp arkaya atıyordu. Savaş akşama kadar sürdü.
Ertesi gün daha çok düşman gelmişti. Çarpışarak geri geri Gümüşhane’ye kadar çekildik ama Ruslar takip ediyordu. Halk perişandı şehir bir dere içerisinde idi. Şehri boşaltmak zorunda kaldık. Gece halkı alıp dereye doğru çıkmaya başladık. Şehirde mühimmatımızda kaldığı için Albay Arap Alloş Bey ‘Şehri ateşe verin’ emrini verdi. Gece şehir kızıla boyanmıştı. Bizimle gelen genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk gözyaşları ile izlediler evlerinin yanışını. Analar kucağında çocukları yalınayak çamura bata çıka yürüyorlar, kayalara çarpıp parçalananlar oluyordu.
Cephede savaşmaya kurban olurum, bu haller bizim yüreğimizi yakıyordu. Gece yürürken ayağıma yumuşak bir şey çarptı, çarpması ile bir çığlık koptu. Yerde iki yaşlarında bir çocuktu kucaklayıp boynuma bindirdim. Silahımda elimde yürümeye başladım. Bir süre sonra Ruslar çevirdi: ‘Osman teslim Osman teslim’ diye bağırdılar. Alloş Bey atı ile ileri geri giderek teslim olacağımıza çarpışarak ölürüz diye askeri gayrete getiriyordu. Çok cesur bir adamdı. Makineli tüfekleri yüksek bir yere kurdurdu. Seri ateşlere bizde destekle çemberi yardık. Açılan yerden ilerleyerek Kemah’a kadar gelip Karadağ köyüne yerleştik. Epey sonra Ruslar yerlerini Ermenilere bırakmaya başladılar. Uzun Öşkün’e cephesinde düşmanı yendik onlar çekiliyor bizde takip ediyorduk. Sonunda Gümrü kalesine sığındılar. Kaleye taarruz başladı. Biz yaklaştıkça makineli tüfeklerle bizi tarıyorlardı. Bir suyun kenarına geldik. Başımızda bir Mülazımı evvel (teğmen)vardı ‘suyu geçelim’ dedi. Elbiselerle suyu geçtik. O esnada mülazımı evvel vuruldu, destek olup çukura girmek istediğim an bedenimde bir sarsıntı hissettim. Sağ bacağımı çekemiyordum. Kurşun sağ kalçamdan girince karnımın sağ tarafından çıkmıştı. Kan durmadan akıyordu. Gazlı bezle pamuğumu çıkarıp alelusul sardım. Mülazımı evvel şehit olmuştu. Yanı başımdaki başka bir arkadaş yaralı halde çırpınıyordu. İlerde Ermeniler ellerindeki süngülerle canlı olanları delik deşik ediyorlardı. Arkadaşı da defalarca süngülediler. Bunları görünce ölüden beter oldum, kıpırdamıyordum. Üzerim ise donmuş olan kanlarla kaplanmıştı. Biri kafama vurdu beni ölü zannedip gittiler. Yaralıydım üşüyordum. Mülazımı evvelin kaputunu üzerime çekip sabaha kadar inledim. Sabah gümrü kalesi alınmıştı. Alanı gezen sıhhiyeler beni alıp gümrü hastanesine götürdüler. Orada üç ay yattım, bana teptilhava(hava değişimi )verdiler. Kabul etmeyerek kıtama döndüm. Beni hudut karakoluna gönderdiler dokuz kişi idik. Ermeniler baskın yaptı üç arkadaş kaldık. Çatışmada yine sağ bacağımdan yaralanmıştım. Sürünerek bir çalının dibine girdim, silah sesi kesilince bizden kimse kalmamış hepsi şehit olmuştu. Yaralı halde sabaha kadar bekledim. Çok üşümüştüm. Sabah sıhhiyeler beni Kars hastanesine götürdüler. Yaram iyileşmiş, birliğime katılmıştım. Düşmanı Revana kadar sürüp orayı da aldık. Birliğimizin Yunan harbi için, Onbirinci Kafkas Kolordusunun 66. alayı ile yürüyerek Konya Akşehir’e geldik. Bizi buradan Afyon-Çobanlı istasyonu yakınında İçli Kara hisara yerleştirdiler. Garp cephesi kumandanı İsmet Paşayı burada gördüm, sonra Atatürk ve Fevzi paşalarda buraya geldiler. ---- Süleyman çavuşun anılarını bildiğimiz için kendisinden müsamereye nasıl katıldığını anlatmasını istedik. ----‘Canım o icap etmez ayıp olur milletten’ dediyse de dayanamayıp anlattı.
Biz İsaklı’nın Çay köyüne yeni geldiğimiz için istirahatlı idik. Paşalar eğlence tertipletmişler yalnız yüz başıdan yukarısı davetli idi. Ben arkadaşım Mehmet çavuşu çağırdım. ---Eğlenceye gidelim mi? ---Nasıl gideriz oraya Üsteğmenleri bile almıyorlar. --- Sen beni dinle dediğimi yap ötesine karışma. ---Süleyman çavuş harp zamanı başımıza iş çıkarma. ---Korkma, cephaneliği ateşleyecek değiliz. Ben yüzbaşı Süleyman sırrı bey, sense çavuşumsun. Saygılı ol, pot kırma. Biz Kafkas cephesinden yeni geldiğimiz için elbiselerimiz yeni idi. Savaş zamanı rütbe takılmadığı için de kimse bizim asker olduğumuzu anlayamazdı. Bizde hazırlanıp geldik. ---Onbirinci Kafkas Kolordusundan Yüzbaşı Süleyman Sırrı bey buda çavuşum diyerek içeri girip oturdum. Çavuş başımda dikiliyordu. Salonda işleri ayarlayan bir subay ‘çavuş sen dışarı çık’ dedi. Hemen atıldım: ‘Ben çavuşumu cephede bile yanımdan ayırmam, sandalye verin otursun’ dedim. Bizim çavuşa sandalye geldi. Herkes birden bire ayağa kalktı. Yanları şeritli başları kalpaklı paşalardan İsmet Paşa, Çolak Sami Paşa, Yakup Şevki ve daha bilmediğim bir sürü yüksek rütbeli subaylar gelip oturdular. Biraz sonra solumdaki subay elime bir kâğıt verdi. Baktım ön sırada okuyan yanındakine veriyor, bende yazısı yukarı gelecek şekilde tutup baktıktan sonra yanımdaki albaya verdim Albay ‘nasıl buldunuz programı’ dedi. Hemen heyecanla çok iyi, çok iyi dedim. Süleyman çavuş okuma bilmediğini hiç kimseye hissettirmemesine rağmen çok mahcup olmuştu. Süleyman çavuş bu anısından sonra sözlerine şöyle devam eder: --- Bir şafak vakti İçlikarahisar Cephesinden Yunanlılara karşı taarruza kalktık. Düşman siperlerine dayandık, tel örgülerini makas ve bombalar ile parçalıyorduk.
Başımızda İstanbullu Yüzbaşı Süreyya Efendi vardı. Tabancasını çekip bizleri coşturuyordu. Bir anda düşman bozuldu, bizler ‘Allah Allah’ diyerek düşmanın üzerine üzerine yürüyorduk. Düşman kaçmaya başladı. Atatürk, İsmet Paşa ve bazı paşalar atlarla geldiler. Atatürk: ---‘Evlatlar gazanız hayırlı mübarek olsun’ diye bağırdı. Asker iyice coşmuştu, süngüler takılmış kanla boyanmıştı. Bir anda sağ kolum aşağıya düştü. Silahımı kaldıramıyordum. Tam dirseğimden vurulmuştum, sıhhiyeler beni alıp Afyon hastanesine gönderdiler. Ben hastanede iken Büyük Zafer kazanılmıştı.(Devam edecek…)
NOT: Yavuzlar Köyü Kültür ve Yardımlaşma Derneğinde ve Derneğimizin İnternet Sitesinde emeği geçen tüm köylülerimize, bize bu tür güzellikleri yaşattıkları için teşekkür ediyorum.
Hazırlayan: Süleyman KOÇAK